17 Mayıs 2011 Salı

KARSTİK ŞEKİLLER

KARSTİK ŞEKİLLER

KARSTİK ŞEKİLLER  
Kolay eriyebilen kayaların (kalker, jips,kayatuzu) kimyasal yolla erimesi ve tekrar  çökelmesi ile oluşan yer şekilleridir. En fazla Akdeniz Bölgesi'nde görülür. Sebebi kalkerli arazinin geniş yer tutmasıdır.
KİMYASAL AŞINDIRMA ŞEKİLLERİ
LAPYA
Kalkerli arazilerde yağmur ve kar sularının kimyasal aşındırması ile oluşan oluk  şeklindeki yarıntılardır. Derinlikleri bir kaç cm ile bir kaç metre arasında değişir. 
Karstik şekillerin en küçüğüdür.En fazla Batı Toroslar’da  görülür.  
DOLİN
Kalkerli arazilerde erime ve çökme sonucu oluşan tava şeklindeki çukurluklardır. 
UVALA
  Dolinlerin birleşmesi ile oluşan daha büyük çukurluklardır
POLYE (GÖLOVA)
Korkuteli-Antalya
Uvaladan daha büyük karstik erime ve tektonik çöküntü alanlarıdır.  
Ör: Elmalı, Korkuteli, Tefenni, Kestel, Gölhisar, Acıpayam, Muğla Ovaları.
OBRUK
Kalkerli arazilerdeki mağara tavanlarının çökmesiyle oluşan derin doğal kuyulardır.
Ör: Cennet-Cehennem Obrukları (İçel), Kızılören Obruğu (Konya) .
DÜDEN (Su Batan-Su Çıkan)
Yerüstü sularının yeraltına daldığı veya yer altı sularının yüzeye çıktığı doğal kuyulardır. Ör: Düden Suyu’nda olduğu gibi.
MAĞARA
Kalkerli arazilerde yer altı sularının kimyasal aşındırması ile oluşan yeraltındaki boşluklardır.
Ör: İnsuyu (Burdur), Karain-Damlataş(Antalya), Narlıkuyu, Cennet-Cehennem ve Astım Mağaraları (İçel).
KANYON VADİ
Ulubey-Uşak (Türkiye'nin en büyük kanyon vadisi)
Daha çok karstik arazilerde oluşan derin ve dik yamaçlı vadilerdir. Akarsu aşındırması ile oluşur. Ör: Göksu vadisi , Köprülü kanyonu. Dünyanın en büyük kanyonu A.B.D’de  Colorado( Büyük Kanyon) kanyonudur.
ÇIKMAZ VADİ (KÖR VADİ)
 Bu vadilerde akarsu bir mağara veya düdene dalarak kaybolur. Yani vadi bir düden veya mağara ile son bulur.
KİMYASAL BİRİKİM ŞEKİLLERİ
TRAVERTEN
Yer altı suları içinde erimiş halde bulunan kalkerin suların yüzeye çıktığı yerde çökelmesi ile oluşan yer şekilleridir. Çökelme olabilmesi için su içindeki CO2    uçması gerekir.
Ör: Pamukkale(Denizli)
DAMLATAŞ (Sarkıt-Dikit-Sütun)
Kalkerli arazilerdeki mağara tavanından damlayan yer altı suları içindeki erimiş haldeki kalkerin çökelmesi ile oluşur. Çökelme tavanda olursa Sarkıt, tabanda olursa Dikit , birleşirlerse Sütun oluşur. Ör: Damlataş mağarasında olduğu gibi.

10 Mayıs 2011 Salı

ÇEVRE KİRLİLİĞİ

ÇEVRE KİRLİLİĞİNİN TANIMLANMASI
         

 Çevre; insan veya başka bir canlının yaşamı boyunca ilişkilerini sürdürdüğü dış ortamdır. Hava, su ve toprak bu çevrenin fiziksel unsurlarını, insan, hayvan, bitki ve diğer mikroorganizmalar ise biyolojik unsurlarını teşkil etmektedir.
 Doğanın temel fiziksel unsurları olan, hava, su ve toprak üzerinde olumsuz etkilerin oluşması ile ortaya çıkan ve canlı öğelerin hayati aktivitelerini olumsuz önde etkileyen çevre sorunlarına "Çevre Kirliliği" adı verilmektedir.
         İnsanlar, toplumsal yaşam ilişkiler içerisinde doğal kaynaklan kullanarak, teknoloji geliştirerek, ekonomik faaliyetlerde bulunurlar. Bu faaliyetlerin gelişimi ile insanlar kendilerine yapay çevreyi oluştururlar. Toplumlar, yapay çevre içindeki yaşam koşullarını geliştirirken doğa ile sürekli bir ilişki içindedir. İnsan ve doğa arasındaki bu ilişki, ekolojik sistemin bir parçasıdır. İnsanoğlu'nun yer yüzünde yaşamaya ve kendisine ait yapay çevre oluşturmaya başlamasından bu yana insan ve doğa arasındaki denge, insan aleyhine devamlı olarak bozulmuştur. Özellikle son yıllarda ekolojik dengeyi süratle bozarak çevre sorunları yaratan insan, bu sorunların kendisine dönmesi ve sağlığını olumsuz yönde etkilemesi üzerine çevre bilincine varabilmiş ve bu kavramı kabul etmiştir .

ÇEVRE KİRLİLİĞİNİN SINIFLANDIRILMASI

Çevrenin temel unsurlarından olan doğa, kendine has fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklere sahiptir. Bu özelliler dikkate alındığında çevre kirliliği şu bölümlere ayrılır:
 l. Fiziksel Kirlenme
Çevreyi meydana getiren toprak, su ve havanın fiziksel özelliklerinin tamamının veya bir kısmının insan, hayvan ve bitki sağlığını tehdit edecek, olumsuz yönde etkileyecek biçimde bozulması ve değişmesi olayıdır. Örneğin; çeşitli fabrika atıklarının akarsu ve göllere boşaltılması, doğal erozyon ile toprakların göl ve denizlere taşınması açık kahverenginden, kırmızı siyaha kadar değişen renk almasına neden olmaktadır. Bu olay suların fiziksel kirlenmesidir.
 2.  Kimyasal Kirlenme
Doğal çevreyi oluşturan toprak, su ve havanın kimyasal özelliklerinin canlıların hayati faaliyetlerini ve aktivitelerini olumsuz yönde etkileyecek biçimde bozulmasıdır. Örneğin; çeşitli fabrika katı ve sıvı atıklarının verimli tarım arazilerine veya akarsu ve nehirlere boşaltılması söz konusu tarım topraklarının, akarsu ve göllerinin zararlı ağır metallerle kirlenerek kimyasal kirlenmeye maruz kaldığım gösterir.
3.      Biyolojik Kirlenme
           Doğal ortamı oluşturan toprak, hava ve suyun çeşitli mikroorganizmalarla kirlenmesi ve dolayısıyla mikrobiyolojik yapının bozulması mikrobiyal kirlenmeyi, aynı ortamların mikroorganizmalarla kirlenmesi ise biyolojik kirlenmeyi tanımlar. Örneğin, tarım alanlarının kanalizasyon suyu ile sulanması veya kanalizasyon sularının akarsu, göl ve denizlere boşaltılması ile kanalizasyon sularında bulunan hastalık yapıcı mikroorganizmalar toprağa, suya ve atmosfere geçerek bu ortamların mikrobiyolojik kirlenmesine yol açar.
 Çevre unsurlarına göre çevre kirliliği 4 gruba ayrılır.
a)      Hava kirliliği
b)      Toprak kirliliği
c)      Su kirliliği
d)      Ses kirliliği

SU KİRLİLİĞİ

           



Yer yüzündeki sular, güneşin sağladığı enerji ile sürekli bir döngü içinde bulunur. İnsanlar, ihtiyaçları için, suyu bu döngüden alır ve kullandıktan sonra tekrar aynı döngüye iade ederler. Bu süreç sırasında suya karışan maddeler, suyun fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini değiştirerek “su kirliliği” olarak adlandırılan durum ortaya çıkar. Su kirlenmesi, su kaynağının fiziksel, kimyasal, bakteriyolojik, radyoaktif ve ekolojik özelliklerinin olumsuz yönde değişmesi şeklinde olur.
            Yeryüzünü saran ve okyanuslarda, denizlerde, göllerde, akarsularda ve yer altı sularında bulunan sularla atmosferdeki su buharının tümüne hidrosfer (su küre) adı verilir. Yeryüzündeki sular, güneş enerjisi etkisi ile sürekli bir dolaşım içinde bulunur. Yeryüzünden buharlaşarak atmosfere çıkan sular yoğunlaşarak tekrar yeryüzüne dönerler. Bu dolaşma "Hidrolojik devre" denir. İnsanlar yaşamlarını sürdürebilmek ve ekonomik ihtiyaçlarım giderebilmek için suyu bu dolaşımdan alır, kullandıktan sonra yine aynı dolaşıma iade ederler. Bu olaylar sırasında suya karışan maddeler suların fiziksel, kimyasal ve biyolojik olarak özelliklerinin değişmelerine neden olurlar. Su kirliliği olara.k adlandırılan bu özellik değişimleri, aynı zamanda sularda yaşayan çeşitli canlı varlıkları da etkiler. Böylece su kirlenmesi suya bağlı eko sistemlerin etkilenmesine, dengelerin bozulmasına ve giderek doğadaki tüm suların sahip oldukları kendi kendini temizleme kapasitesinin azalmasına veya yok olmasına yol açabilir.
             Çevre kirlenmesi denilince genellikle hava, su ve toprağın kirlenmesi düşünülür. Bunlardan en kolay ve çabuk kirlenen kuşkusuz sudur. Çünkü her kirlenen şey genelde su ile yıkanarak temizlenir, bu da kirliliğin son mekanının su olması anlamına gelir. Havanın ve toprağın kirlilik bakımından zamanla kendi kendilerini yenilemeleri bir bakıma kirliliklerini suya vermelerine neden olur.
              Havanın içinde bulunan katı ve sıvı tanecikler, havadan çok ağır olduklarından, çok geçmeden aşağı doğru inerek karalara ve sulara ulaşırlar. Havanın içinde bulunan gaz ve buhar halindeki kirleticilerde zamanla yağmur suları ile yeryüzünde toprak ve suya karışırlar. Bunlara örnek olarak, kükürt, azot ve karbon dioksitler verilebilir. Havaya karışan pek çok kirletici madde çok dayanıklı olmadığından, zamanla oksijen, ışık ve ültraviyole ışınlarının etkisi ile parçalanır. Daha sonra dünyada toprağa, göle, denize ve havaya inerler. Bu kirleticilerden toprağa yayılanlarda zamanla mekaniksel ve sel suları yardımı ile veya başka etkenlerin yardımı ile topraktan suya geçerler.
              Su kirliliği antropojin etkiler sonucunda ortaya çıkan, kullanımı kısıtlayan veya engelleyen ve ekonomik dengeleri bozan kalite değişimleridir. Su kirliliğinin bir başka tanımı ise; su kaynağının kimyasal, fiziksel, bakteriyolojik, radyoaktif ve ekolojik özelliklerinin olumsuz yönde değişmesi, şeklinde gözlenen ve doğrudan veya dolaylı yoldan biyolojik kaynaklarda, insan sağlığında, su ürünlerinde, su kalitesinde ve suyun diğer amaçlarla kullanılmasında engelleyici bozulmalar yaratacak madde ve enerji atıklarının boşaltılmasını ifade etmektedir.
a)     Havadaki ve topraktaki kirletici maddeler eninde sonunda suya geçerler.
b)     Dünyadaki tüm suların % 99'undan daha fazlası bir tek sistem içinde birbirine bağlı olup genel mahiyette kirlenme tehdidi altında bulunmaktadır.
c)     Sularda, muazzam bir canlı varlık hazinesi, dolayısı ile gıda deposu mevcuttur. Burada vaki olabilecek bir denge bozulması bütün dünyamızdaki yaşamı ciddi ve olumsuz yönde etkiler.
d)     Kirletici madde miktarı çok az olsa bile suda erimediği zaman, su üzerinde çok ince bir tabaka teşkil edince sudaki hayat önemli bir derecede etkilenebilir. Bunun nedeni atmosferden oksijen ve ısı alışverişinin zorlaşmasıdır.
Denizlerden buharlaşan sular yukarıda yoğunlaşıp yağmur halinde aşağıya düşünce pek çok pislikleri ve suda eriyen maddeleri beraberce nehirlere ve özellikle denizlere doğru sürüklerler. Bu şekilde pislikler ve kirleticiler durmadan havadan ve topraktan sulara geçerler. Karalardan sökülebilen ve sular tarafından sürüklenen taş ve topraklarda bu kirletici maddeler gibi denizlere ulaşınca bir daha eski yerlerine gidemezler. Onun içindir ki denizler bilhassa nehir ağızlarında mütemadiyen dolmakta ve karaların yüzölçümü az da olsa artmakladır. Kısacası karalardan ve atmosferden ister suda erimiş olsun, ister erimemiş olsun suya sürüklenen maddeler ve bu arada kirleticiler bir daha eski yerlerine gidemezler. Her şeyden önce yer çekimi buna manidir. Erozyon sonucunda her yıl milyonlarca ton kıymetli toprak karalardan sulara ve dolayısı ile denizlere geçer. Bir bakıma bu da önemli bir çevre sorunudur.
 Dünyamız verimliliği bu yüzden gittikçe azalmaktadır. Sulara ve denizlere geçen maddeler okside edilebilir cinsten iseler (mesela organik maddeler) sudaki erimiş oksijeni yakacaklarından sudaki hayat şartlarını zorlaştırırlar. Genellikle organik maddeler oksijenle tahrip edilip zamanla parçalanırlar ve hüviyetlerini kaybedip zararsız hale gelirler. Suda erimiş
Haldeki oksijen oradaki hayatın devamında büyük bir etkendir. Bir kısım organik madde çok dirençli olup uzun zaman bozulmadan kalabilirler. Bu gibi maddelerin çevre üzerindeki menfi etkileri de uzun sürer ve ekolojik sistem dengesini ciddi olarak bozabilirler. Örnek olarak petrol ürünlerinden, suda ağır olup dibe çökenler gösterilebilir.

KİRLENMİŞ SULARIN TEMİZLENMESİ

     Gerek yerleşim merkezlerinin, gerek türlü sanayi ve enerji üretim tesislerinin ve gerekse insanların diğer faaliyetlerin- den dolayı sayılamayacak kadar çok kirletici madde kullanılmış sularla beraber tabiata iade edilmeden önce, onları tabiata zarar vermeye neden olmayacak hale getirmek, yani temizlemek, bütün  insanların ortak görevidir.  Sayılamayacak kadar kirletici barındırabilen su kitleleri netice itibariyle birbirlerine bağlandıklarından ve ülkeleri de birbirlerine bağladıklarından, bu konunun önemi ülkelerin sınırını aşar.
Suyu kirletebilen tüm maddelerin vasıfları aşağıda gruplanmıştır:
1)      Bu kirleticiler ya suda eriyorlar ya da erimeyip su ile her oranda karışıyorlar.
2)      Bu  maddeler suda erimiyorlar ve özgül ağrılıkları sudan küçük ise, su yüzeyinde yüzerler. Büyük ise suyun dibine batarlar. Eğer suyunkine  yakın ise suda asılı halde kalırlar.
3)      Kirleticiler ya organik veya anorganik maddelerdir.
4)      Kirleticiler ya oksijenle okside olup parçalanabiliyorlar veya dayanıklı olup uzun zaman parçalanmadan hüviyetlerini koruyabiliyorlar.
5)      Bahis konusu   kirleticilerin ışık ve diğer koşullara karşı dayanıklıları az veya çoktur.
6)      Bahis  konusu çevre  kirleticileri olan  organik  maddeler aktif kömürü ile bol miktarda  emdirilebiliyorlar. Veya bu gibi maddeler aktif kömür tarafından yeterli bir derecede emilemiyorlar. Suyu kirletebilecek bütün maddelerin vasıflarına göre durumları böyle olduğuna göre su arındırma tesisinin ana iskeleti de buna göre tesis edilmektedir. İdeal bir su arındırma tesisinden arındırılarak çıkan suların tekrar kullanılır hatta içilebilir hale gelmesi mümkündür.
             Arınma sonucunda meydana gelen atıkların “katı maddeler” bir kısmı tekrar kullanılabilir veya başka bir maddenin üretiminde tekrar kullanılabilir. Bu atıkların bir kısmı ise fazla zarar vermeden atılabilir. Bazı durumlarda ise atık maddeleri yakmak suretiyle zararsız hale getirmek, böylece çevrenin kirlenmesinin önlenmesi sağlanmış olacaktır.
             Tam bir arıtmayı sağlayan bir arıtma sisteminin şeması ile bütün işlemleri gösteren tablo aşağıda gösterilmektedir: 
Mekanik işlemler
Biyolojik İşlemler
Kimyasal ve fiziksel işlemler
Suları toplamak
Kum, taş ayırmak
Yağları sıyırmak
Tüzen maddeleri ayırmak
Katı maddeleri ve çamuru ayırmak
Floklandırmak
Durulamak
Süzmek
Çamuru pompalamak
Çamuru kısmen kurutmak, katılaştırmak duruma göre çamuru yakmak vs.
Havalandırmak
Alttan havalandırma
Üstten havalandırma
Püskürterek havalandırma
Basınçlı hava ile havalandırma
Döner dolap ile havalandırma
Aktif çamur ile havalandırma
Çöken maddeleri ayırmak
Çamur ve tortuları birleştirmek vs.
Çökertme, Floklandırma
Kum filtresinden süzmek
Osmos filtresinden süzmek
Kömür filtresinden süzmek
Ültraviyole ile ışınlandırmak
Klorlandırmak
Ozonlandırmak
Aktif kömür ile muamele etmek
Membranlı filtre ile süzmek
Çöken maddeleri ayırmak
Santrifüjleyerek katı maddeleri ayırmak
Çamurları birleştirmek vs.
Gerekirse çamurları yakmak

             Aşağıda su kirliliğinin engellenmesine yönelik olarak bir takım çözüm önerileri ve stratejiler verilmiştir.
       a)      Yapılacak olan içme suyu, kanalizasyon ve katı atık işleme ve depolama tesislerinin çevrenin ekolojik dengesini geliştirecek ve çevreye en az zarar verecek şekilde gerçekleştirilmelerini savunmak ve bu yoldaki çalışmaları desteklemek.
b)      Koruma altına alınan bölgelerin bozulmaması ve çevre sorunlarının artırılmaması için duyarlı yörelere atık su ve kanalizasyon gibi altyapı şebekelerinin uzatılmasının ve deşarjların bu yörelere yapılmasının önüne geçmek
c)      Atık suların yerüstü akarsu ve durgun suları ile yer altı su kaynaklarını kirletmesinin önüne geçilmesini öngören çalışmaları desteklemek
d)      Su kalitesi standartlarının geliştirilmesi ve en iyi şekilde uygulanması için gerekli çalışmaları yapmak ve gerekli eşgüdüm önlemlerini almak
e)      Su kalitesi ile ilgili olarak yürürlükte bulunan kanun, tüzük ve yönetmeliklerin en etkili bir şekilde uygulanmasını öngören önlemler almak
f)       İçme suyu temini ve atık su deşarjı ile ilgili çalışmalar yapan birimler arasında eşgüdüm sağlamak ve çevre-imar planlarına aykırı düşen bireysel çalışmaların önüne geçmek
                          Çevre İle İlgili Gönüllü Kuruluşlar:
 Türkiye Erozyonla Mücadele ve Ağaçlandırma Vakfı (TEMA) Türkiye Çevre Vakfı (TÇV)
Türkiye Tabiatım Koruma Derneği (TTKD) Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD)
İl Çevre Koruma Vakıfları
Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÎTL)
SOS-Akdeniz Grubu
Türkiye Ziraatçiler Derneği
 Türkiye Ormancılar Derneği

KÜRESEL ISINMA

KÜRESEL ISINMA
 
     
 
İnsanların çeşitli  faaliyetleri sonucunda atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması ile dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma denir.
Birleşmiş Milletler  “İklimi Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi”nde iklim değişikliği; “Karşılaştırılabilir bir zaman diliminde gözlenen doğal iklim değişkenlikleri ile doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin doğal yapısını bazen insan etkinlikleri sonucunda iklimde oluşan değişiklerin bütünü” olarak tanımlanmıştır.
Sera gazları olarak adlandırılan karbon dioksit (CO2), metan (CH4), diazotmonoksit (N2O), kloroflorokarbonlar (CFCs)  gibi gazlar güneş ve yer radyasyonunu tutarak, atmosferin ısınmasında başlıca etken oluştururlar.  Fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı, toplumlardaki tüketim eğiliminin artması  gibi nedenlerle CO2’in atmosferdeki konsantrasyonu Sanayi Devrimi öncesine göre %25 daha fazladır ve her yıl %0,5 oranında artmaktadır.
Bilim çevreleri, atmosferde biriken sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik hiçbir tedbir alınmadığı taktirde, bu yüzyıl sonunda iklim değişikliği nedeniyle dünya sıcaklık ortalamasının 2 derece artacağını öngörmektedirler.
Küresel ısınma ve iklim değişimi birbirini tetiklemektedir. Buna bağlı olarak meydana gelebilecek felaketler zincirinin: Buzulların erimesi, Deniz suyu seviyesinin 60cm kadar yükselmesi, taşkınlar, kıyı kesimlerde toprak kaybı,  temiz su kaynaklarının denize karışması ve su sorunu, yüksek sıcaklık artışıyla görülen aşırı buharlaşma ve kuraklık, yangınlar, göl ve ırmak sularında %20’lik azalma, bu değişikliklere dayanamayan bitki ve hayvan türlerinin yok olması ya da azalması, bazı bölgelerde aşırı ısınma nedeniyle virüs türlerinde değişiklik olması ve salgın hastalıkların gelişmesi, oluşacak göç dalgasıyla yerel ve global ölçekte taşıma kapasitesinin  aşılması ve bunun sonucunda sorunların yaygınlaşması şeklinde seyredeceği ileri sürülmektedir.


      

İnsanların çeşitli faaliyetlerinin küresel ısınmaya katkısı şöyledir:
• Enerji kullanımı %49,
• Endüstrileşme %24,
• Ormansızlaşma %14,
• Tarım %13'tür.
IPPC’nin Değerlendirme Raporlarına, WMO’nun 2003 yılında basılan 952 sayılı küresel ısınmaya bağlı yayınına ve diğer bazı kaynaklara göre, 1860 yılından günümüze kadar iklimde gözlenen önemli küresel değişiklikler aşağıdaki şekilde özetlenebilir.
 Dünyanın değişik bölgelerinde atmosfer davranışı ile fauna ve floradaki değişikler iklimde olan değişmenin en büyük kanıtıdır.
 Meteorolojik gözlemlere göre yeryüzü ve troposfer ısınmış stratosfer ise soğumuştur.
 Günlük maksimum ve minimum sıcaklıklarda bir artış olmuştur. Ancak ortalama minimumlardaki artış daha fazladır.
 Eski iklim kayıtlarına göre, 20.yüzyılda görülen ısınmanın süresi ve değeri, son 1000 yılın herhangi bir döneminde görülenden daha fazladır.
 20.yüzyıl 1000 yılın en sıcak yüzyılıdır. 1990’lı yıllar en sıcak 10 yıl,1998 en sıcak yıl, 2001 ise, ikinci en sıcak yıldır.
 Küresel, yıllık ortalama sıcaklık 1990 yılından 1998 yılına kadar yaklaşık 0,7˚C artmıştır.
 Küresel yıllık ve mevsimlik ortalama sıcaklıklar 1979-1998 döneminde bundan önceki herhangi bir dönemdekinden daha hızlı bir biçimde artmıştır.
 20.yüzyılın başından beri Kuzey Yarım Küre’nin Doğu Asya dışındaki, orta ve yüksek enlemlerinde geniş karalar üzerindeki bulut kapalılığı %2 oranında artmıştır. Buna paralel olarak da buralarda yağışlarda hızlı bir artış olmuştur.
 Geniş karalar üzerinde küresel boyutta daha fazla bir ısınma gözlenmiştir.
Son yıllarda Dünyanın bazı bölgelerinde daha çok hissedilen ve belirlenen iklim değişikliği özellikle de sıcaklık artışı, birçok fizik ve sistemleri etkilemiştir.
Bunun önemli sonuçlarını aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür
 Orta enlemler yüksek enlemlere doğru genişlemektedir.
 Bazı bitki ve hayvanların sayısı azalmıştır.
 Yeryüzü ve troposferdeki sıcaklık artışı nedeniyle kar ve buz örtüleri alansal ve hacimsel olarak azalmıştır.
 Nehirlerde ve göllerde geç donma, erken çözülme gözlenirken, buzullarda bir gerileme görülmüştür.
 Geçen 30 yıl içinde dünyanın farklı bölgelerinde olağanüstü hava olayları yaşanmıştır.
 Küresel boyutta geçen 10 yıl boyunca atmosfer kökenli afetlerin sayısı iki kat artmıştır.
 Birçok tropikal hastalık yüksek enlemlere ve kutuplara doğru yayılmış, salgın hastalıklarda gelişen teknolojiye rağmen bir artış olmuştur.
 1861 yılından beri yapılan sıcaklık ölçümlerine göre, 1998 yılından sonra en sıcak yıl olan 2001 yılında 2371 kişi yaşamını yitirmiş, 13 milyar ABD doları ekonomik kayıp olmuştur.
 Sıcak kuşağın kutuplara doğru kayması sonucunda mevcut ekosistemler kendilerini yeni koşullara uydurmak durumunda kalacak, belki de birçok canlı türü yok olacaktır.
 Yağış rejiminde değişikliğin görüldüğü yerler ile yağışın şiddetinde ve miktarında artış görülen yerlerde sel, çığ, kütle hareketleri gibi daha birçok doğal afetin sayısında ve şiddetinde büyük artış olacaktır.
 Uzun süreli yağış azlığı nedeniyle, dünyanın birçok bölgesinde daha etkili kuraklık ve çölleşme gibi iklim kökenli doğal afetler yaşanacaktır.
 Deniz seviyesinde olabilecek yükselmeler nedeniyle, dünya nüfusunun büyük bir bölümünün yaşandığı alçak kıyı ovaları ile deltalar sular altında kalacaktır.
Yine deniz seviyesinde görülecek yükselmeden dolayı biyolojik çeşitlilik büyük zarar görecektir. Çünkü kıyı alanları biyolojik çeşitliliğin en fazla görüldüğü yerlerdir. 
 Bazı bölgelerde yaygın olarak yaşanacak daha sıcak, nemli ve yağışlı iklim koşulları, zararlı mikroorganizmaların üremesine ve çoğalmasına neden olacaktır.
 Daha sık yaşanacak ekstrem sıcaklıklar (sıcak dalgaları, soğuk baskıları) insanlar başta olmak üzere bütün canlıların yaşamını olumsuz yönde etkileyecektir.
 Küresel sıcaklıktaki (kara ve deniz yüzey sıcaklığı) artış bölgeler arasındaki oluşacak büyük sıcaklık farkları Tropikal ve Orta kuşak fırtınaları ile orajların sıklığını ve şiddetlerini arttıracak etki alanlarını değiştirecektir.
 Kuzey ve Güney ülkeleri arasındaki ekonomik uçurum daha derinleşecek, yoksul ülkeler daha da yoksullaşacaktır. Bunun sonucunda doğal kaynaklar fazla kullanılacak ve oluşacak doğal afetler daha çok can ve mal kaybına neden olacaktır.

Yine yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, IPCC’nin senaryolarından başka, bazı atmosferik iklim modelleri de, gelecekte görülebilecek iklim üzerinde değişik sonuçlara varmaktadır. Bunların birçoğu Doğu Akdeniz Havzasını ve Türkiye’yi de içine alan suptropikal kuşağın büyük bir bölümünde, özellikle kış yağışlarının azalacağını göstermektedir.
İklimde doğal ve/veya beşerî nedenlere bağlı olarak olabilecek değişmeler; fizikî çevrenin bozulmasına, birçok ekosistemin yok olmasına, deniz seviyesinin yükselmesine ve ekstrem hava olaylarının görülmesine neden olacaktır. Bunun sonucunda başta insanlar olmak üzere bütün canlılar, yeni iklim koşullarına uymakta zorlanacak, belki de canlıların önemli bir kısmı yok olacaktır.
NTV-MSNBC
NAİROBİ - BM şemsiyesinde faaliyet gösteren Intergovernmental Panel on Climate Change, Şubat ayında açıklayacağı kapsamlı küresel ısınma raporunun satırbaşlarını Nairobi’de yapılan BM çevre konferansında açıkladı. Raporda, küresel sıcaklığın artması, buzulların erimesi ve deniz seviyelerinin yükseldiğine vurgu yapıldı. Intergovernmental Panel on Climate Change, dünya çapında 2.000 bilim insanını bir araya getiriyor. Kendi konularında uzman bu araştırmacılar, karbondioksit ve diğer sera gazı salınımından buzul erimesine kadar birçok konuda araştırma ve ölçüm yapıyor. Bu raporlar birleştirilerek genel yargıların oluşması sağlanıyor
Birleşmiş Milletler’in Kenya’nın başkenti Nairobi’de düzenlediği konferansta, Kyoto sonrası için alınacak önlemler tartışılırken Intergovernmental Panel on Climate Change Başkanı Hintli bilim insanı Rajendra K. Pachauri de bir konuşma yaptı. Pachauri, 2012 sonrası için çeşitli kota ve süre tanımları getirdi, BM’nin rolüne vurgu yaptı ve diğer tüm uzmanlar gibi ABD’nin iştirak etmediği herhangi bir çevre programının başarıya ulaşmayacağını savunuyor. Pachauri, dünyanın en büyük iki sera gazı üretici ABD ve Çin’in de uluslararası kota uygulamalarına mutlaka girmesi gerektiği görüşünde.
Küresel Isınma ve Türkiye
Daha önce de açıklandığı gibi, küresel boyutta olabilecek bir sıcaklık artışına bağlı olarak, iklimde önemli değişmeler olacaktır. Bu değişmenin sonuçları kara ve deniz buzullarının erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, iklim kuşaklarının sınırlarının değişmesi, ekstrem meteorolojik olayların ve bunlara bağlı doğal afetlerin artması şeklinde görülecektir.
Bu olaylar bölgesel ve zamansal olarak çok değişik biçimde ortaya çıkacaktır. Örneğin, dünyanın bazı bölgelerinde görülen kasırgalar, kuvvetli yağışlar ile bunlara bağlı olarak oluşan seller ve taşkınlar gibi meteorolojik afetlerin şiddetinde ve frekansında artış olurken, bazı bölgelerinde uzun süreli ve şiddetli kuraklıklarla birlikte çölleşme görülebilecektir.
Türkiye, suptropikal kuşak, kıtalarının batı bölümünde görülen Akdeniz iklim bölgesinde bulunmaktadır. Üç yanı denizlerle çevrili, ortalama yükseltisi 1100 m civarında ve çok farklı topografik ve orografik yapıya sahip bir ülkedir. Ayrıca Türkiye’yi bilinen hemen bütün hava kütleleri etkilemektedir. Türkiye, genel olarak Akdeniz iklim kuşağında yer almakla birlikte, birçok alt iklim tipinin de yaşandığı bir ülkedir. Türkiye bu karmaşık iklim yapısı içinde, iklim değişikliğinden en fazla etkilenebilecek ülkelerin başında gelmektedir.
Türkiye, küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından risk grubu ülkeler arasındadır.
Ülkemiz küresel ısınmanın özellikle su kaynaklarının zayıflaması, orman yangınları, kuraklık
ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalar gibi olumsuz yönlerinden etkilenecektir.
IPCC’nin 2002 yılı yayımlanan V. Teknik Raporu’nda;
1901-2000 yılları arasında Türkiye’de her 10 yılda sıcaklık 0,2oC’ye kadar arttığı,yağışt ortalama %10 düşüş olduğu,
 2071-2100 yılları arasında ise Samsun’dan Adana’ya bir hat çizildiğinde bunun batı kısmının 3-4oC, doğu kısmınınise 4-5o C civarında ısınacağı, günlük yağış miktarında 0,25 mm’ye kadar düşeceği, buharlaşma ve evaporasyonun artacağı,yaz kuraklığının artacağı, yağıştaki azalış, sıcaklık, evaporasyon ve kuraklıktaki artışla doğrudan bağlantılı olarak orman yangınlarında artış olacağı,su kaynaklarındaki zayıflamaya bağlı olarak içsularda yaşayan balık türlerinde azalma yaşanacağı, sularda meydana gelecek sıcaklık artışının üreme bozukluklarına yol açacağı,arazi kullanımında meydana gelecek değişikliklerin erozyonu artıracağı,belirtilmektedir.
BUZULLAR
Buz, kar ve uzun dönem zarfında buzullarda depolanan su, küresel su döngüsünün bir parçasıdır. Yeryüzündeki buz kütlesinin % 10’u Grönland’da, büyük çoğunluğu ise (% 90)’ı Antarktika’dadır. Grönland’da buz birikimi, su döngüsünün ilginç bir bölümüdür. Grönland’a eriyen sudan daha fazla kar yağdığı için, zaman içerisinde buz birikimi artarak yaklaşık 2,5 milyon kilometre küp (600 000 mil küp) hacme ulaşmıştır.  Oluşan kar kütlesi ortalama olarak 1 500 metre (5 000 feet) kalınlıkta olup 4 300 metre (14 000 feet) kalınlığa ulaşan yerleri de vardır. Buzun ağırlığından dolayı altındaki kara parçası tabak şeklinde aşağıya doğru bastırılmıştır.
.
 
Bazı buzullar ve buz tepeleri
• Buzullar, bütün kara alanın % 10-11’ni kapsar.
• Şayet bütün buzullar bugün erimiş olsaydı, denizler yaklaşık 70 metre (230 feet) daha yükselirdi. Kaynak: Ulusal Kar ve Buz Veri Merkezi (National Snow and Ice Data Center)
• Son buz çağında deniz seviyesi bugüne göre yaklaşık 122 metre (400 feet) daha düşük idi ve buzullar kara yüzeyinin neredeyse 1/3’ünü kaplıyor idi.
• 125 000 yıl önceki son sıcak dönemde denizler bugüne göre yaklaşık 5,5 metre (18 feet) daha yüksek idi. Yaklaşık 3 milyon yıl önce ise, yine denizler bugüne göre 50,3 metre (165 feet)’ye kadar daha yüksek idi.
ELEKTRİK SANTRALLERİ

Çeşitli enerji kaynakları içerisinde hidroelektrik enerji santralleri çevre dostu olmaları çevreyle uyumlu, temiz, yenilenebilir, pik talepleri karşılayabilen, yüksek verimli (% 90’ın üzerinde), yakıt gideri olmayan, enerji fiyatlarında sigorta rolü üstlenen, uzun ömürlü (200 yıl), dışa bağımlı olmayan yerli bir kaynaktır. 
Dünyada ekonomik olarak yapılabilir hidroelektrik üretim potansiyelinin yarısının bile geliştirilmesi sera gazı emisyonlarının % 13 oranında azalmasını sağlayacaktır.
   Brüt HES Potansiyeli (GWh/yıl)  Teknik HES Potansiyeli (GWh/yıl)  Ekonomik HES Potansiyeli (GWh/yıl)
DÜNYA 40 150 000 14 060 000 8 905 000
AVRUPA 3 150 000 1 225 000 • 000
TÜRKİYE  433 000 216 000 127 381

KONUYLA İLGİLİ BAZI HABERLER
Norwich (AA)- Önde gelen bir İngiliz bilimadamı, küresel ısınmanın bu yüzyılda giderek ivme kazanacağını ve sıcaklığın dinozorlar çağındaki düzeyine döneceğini savundu.
York Üniversitesi'nden Chris Thomas, bir bilimsel toplantıda yaptığı konuşmada, sıcaklık artışıyla birlikte yeryüzündeki canlı türlerinin çoğunun ortadan kalkacağını söyledi.
Thomas, ''Atmosferdeki karbondioksit oranının son 24 milyon yılın en yüksek düzeyine çıkmasıyla yetinilmeyecek, hava sıcaklıkları da son 10 milyon yılın en yüksek düzeyine yükselecek'' dedi.
Bazı bilimadamlarının tahminlerine göre ortalama küresel sıcaklık 2100 yılına kadar 2 ile 6 derece arasında artmış olacak.
Kutuptan dev buzul kütlesi koptu Kuzey Kutbu’nda Kanada’ya ait bir adadan, 11.000 futbol sahası büyüklüğünde bir buzul kütlesinin koptuğu tespit edildi
 NTV-MSNBC Güncelleme: 07:39 ET 29 Aralık 2006 Cuma İSTANBUL - ABD’li ve Kanadalı bilim insanları Kuzey Kutbu’nun 800 km güneyinden yaklaşık 16 ay önce koptuğu tespit edilen dev buzulun ardında parçacıklar bırakarak yaklaşık 50 km batıya doğru gittikten sonra önceki kışın başında buz denizinin içinde donduğunu belirlediler. Bunun küresel iklim değişikliğine bağlı bir durum olduğunu tahmin eden bilim insanları, dev buzulun kopması sonucu Kanada coğrafyasının bir bölümünün değiştiğini, kopma sırasında meydana gelen sarsıntının 250 km öteden tespit edildiğini
Şu anda Alaska'dan And Dağları'nın karlı zirvelerine kadar her yer ısınıyor, hem de hızla. Sıcaklıklar geçtiğimiz yüzyıldan bu yana Dünya genelinde 0,6ºC arttı ancak en soğuk, en uzak noktalar çok daha fazla ısındı. Sonuçlar pek de iç açıcı değil. Buzullar eriyor, nehirler kuruyor, kıyılar erozyona uğruyor ve yakınlarda yaşayan toplulukları tehdit ediyor.
BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 2001'de yayımladığı ve bir dönüm noktası oluşturan raporda, geçtiğimiz yüzyıldaki ısınmanın çok büyük ölçüde insan etkinliğinden kaynaklandığını açıkladı. Küresel sıcaklıklar, binlerce yıl öncesindeki dönemlerde olduğundan çok daha hızlı bir şekilde artıyor. Ve iklim modellemeleri, yanardağ ve güneş patlamaları gibi doğal iklim güçlerinin tüm bu ısınmayı açıklayamadığını gösteriyor.
IPCC, yüzyılın sonuna kadar 1,5 ila 5,5ºC 'lik bir sıcaklık artışı öngörüyor. Ancak ısınma aşamalı olmayabilir. “ Süre–Alarmı ” bölümünde yer verilen geçmiş dönemlere ait iklim kayıtları, gezegenin karmaşık bir termostatı olduğunu akla getiriyor. Ve bazı uzmanlar günümüzdeki sıcaklık artışının yıkıcı bir iklimsel sendelemeyi hızlandırabileceği konusunda kaygılı
          İngiliz Meteoroloji uzmanlarına göre, 2007, dünya genelinde kayıtların tutulmaya başlandığı son 150 yıllık dönem içinde en sıcak yıl olabilir.
Bugüne dek kaydedilen en sıcak yıl 1998.
İklim değişikliği uzmanları, bu yılın daha sıcak olması ihtimalinin ise yüzde 60 olduğunu belirtiyor.
Tahminlere göre küresel sıcaklığın, uzun dönemli ortalama olan 14 santigrat dereceden yarım derece daha sıcak olması mümkün.
Bilim adamları bu duruma iki sebep gösteriyor:
Bunlardan birincisi insan faaliyetlerinden doğan sera etkisine yol açan gaz salımları.
Bir yılın diğerinden daha sıcak olacağını tahmin etme imkanı veren bir diğer faktör ise El Nino iklim hareketinin kendini yeniden göstermeye başlaması.